Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şeriata uymak saadet yoludur

          Şeriata uymak saadet yoludur  Allahü Teâlâ'yı tanımayı anlatmak uzundur. Bu kitaba sığmaz. Bu tanımanın tamamını aramaya teşvik ve tenbih için bu kadarı yetişir. Saadetin tamamı, bu marifetten insanın alabildiği kadar almasıdır. İnsanın saadeti, Allahü Teâlâ'yı tanımakta ve ona kulluk ve ibadet eylemektedir. Marifetin, yâni Allahü Teâlâ'yı tanımanın, saadet-i ebedi olmasının sebebi daha önce anlatıldı. Kulluk ve ibadet etmenin insanın saadetine sebep olması şöyledir: İnsan ölünce, Allahü Teâlâ ile olacaktır. «Dönüş O'na doğrudur» (1). Bir kimse, bir kimse ile devamlı kalacaksa, onun rahat ve saadeti o kimseyi sevmesindedir. Onu ne kadar çok severse, o kadar mes'ûd olur. Zira sevdiğini görmesiyle lezzet ve rahatı artar. Marifet ve çok zikir olmaksızın Allah sevgisi kalbde galib olmaz. Herkes sevdiğini çok zikir eder, çok anar. Onu ne kadar çok zikrederse o kadar çok sever. Bunun için Davud aleyhisselâma vahiy geldi: «Senin çâren Benim, esâs işin Benimle

İmam Gazali ölüm hakikatı

             Ölüm hakikatı Eğer ölümün hakikatinden bir nebzecik bilmek istersen, bilmelisin ki, insanın iki ruhu vardır. Biri, hayvanlara mahsus ruh cinsindendir ve biz ona «Hayvanî ruh» diyoruz. Diğeri ise, meleklere mahsus ruh cinsinden olup, ona «İnsanî ruh» diyoruz. Bu hayvani ruh, canlılarda sol tarafta bulunan yürek denilen et parçasında olup, kalbin menba'ıdır [kaynağıdır]. O ise. hayvanın bâtın mizaçlarından buhar gibi, lâtiftir. Mutedil bir mizacı [karakteri] vardır ve kalbden atar-damarları vasıtası ile hareket eder. Beyne ve bütün uzuvlara ulaşır. Bu ruh, his ve hareketleri taşımaktadır. Beyne ulaşınca, harareti azalır, mutedil olur. Göz ondan görme kuvveti, kulak ondan işitme kuvveti ve diğer azalar da kendi hassa ve kuvvetlerini alırlar. Bu, içerisi tozlu olan bir odadaki kandile benzer. Kandilin ışığı tozlardan geçip, duvarın üzerine düşer. Orayı aydınlatır. Kandilin aydınlığı duvarın üzerinde zahir olduğu gibi, Allahü Teâlâ'nm kudretiyle görme, işitme ve d

Mektubat ı Rabbani 314. mektup

 314. MEKTUP MEVZUU : a) Vahdet-i Vücud meselesi üzerine Muhyiddin b. Arabi'nin tuttuğu yolun beyanı.. b) Bu hususta Hazret-i Şeyhimizin tutumu.. Allah ona selâmet ihsan eylesin.. *** NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, Şeyh Abdülaziz Confori'ye yazmıştır. *** Rahman Rahim Allah'ın adı ile.. Allah'a hamd olsun. O, öyle Yüce Zat'tır ki: îmkânı vücubun aynası kıldı; ademi dahi vücudun mazharı eyledi.. Vücub ve vücud, her ne kadar Sübhan Haklan kemalinden iki sıfat ise de: O Yüce Zat, bütün isimlerin, sıfatların, ötesindedir. Şuunların ve itibarların dahi ötesindedir. Butunun ve zuhuratın dahi ötesindedir. Büruzun ve kûmunun dahi ötesindedir. Tecelliyatın ve zuhuratın dahi ötesindedir. Müşahedelerin ve mükâşefelerin dahi ötesindedir. Her mahsusun ve makulün dahi ötesindedir. Vehme gelenin ve hayâl edilenin dahi ötesindedir. Ve., o Sübhan zat: öt

SOHBETLER-Cahil Sofilik Olur mu?

Allah ve Rasulü’nün bildirdiği gibi İslâm’ı yaşamadan tasavvufî bir hayattan söz edilemez. Bunun için ehl-i tasavvuf olan kişilerin, mürşidin manevi terbiyesi altında seyr-i süluklarını tamamlarken dinin emir ve yasaklarına ve Rasulullah s.a.v.’in sünnet-i seniyyesine uymaları gerekir. Mürit, yani isteyen, talep eden kişi, Allah’ın hükümlerine sarılıp O’nun yolunda ilerlemeyi talep eden kişidir. İslâm’ı, Rasullullah s.a.v.’in bildirdiklerini bilmeden, Allah’ın hükümlerine teslim olmadan, ibadet ve taati ciddiye almadan mürit olunmaz. Yolunda olunanın yolunda ilerlemeyi istemeden, O’nu istemesi samimi olmaz. Bir mürit, mürşit eli tuttuktan sonra hemen dinini öğrenmesi, eksiklerini tamamlaması gerekir. Şam’da doğup yine orada vefat etmiş olan fıkıh alimlerinin büyüklerinden İbn Abidin hazretleri, zahir ilim eğitimini tamamladıktan sonra tasavvufta da eğitimini tamamlamıştır. Büyük bir ilme sahip olarak Mevlâna Halid hazretlerinin halifesi olmuştur. İbn Abidin hazretleri, kadın olsun e

SOHBETLER-Cennet ve Cehennem

Alimlerimiz, cennet ve cehennemin yaratılmış olduklarını, her ikisinin de mevcut ve hazır olduklarını bildirmişlerdir. Cennet, taat ve iman ehli kimseler, cehennem ise isyankâr ve azgınlar için hazırlanmıştır. Hiç kimse cennete ameliyle giremez. Allah Tealâ’nın fazl u keremiyle girer. Fakat amel Allah Tealâ’nın hoşnutluğunu, kerem ve ihsanını celbeder, ayrıca cennette daha yüksek derecelere ulaştırır. Ahirette insanın üç önemli meselesi olur: İbadet ve taatler, günahlar ve nimetler. Dünyada yapılan ibadet ve taat, Allah Tealâ’nın bize vermiş olduğu her türlü nimete karşı sayılır. Geriye günahlar kalır. Allah Tealâ dilerse günahları affeder, dilerse azap eder. Bu yüzden kimse ahirette azap görmeyeceğini söyleyemez. “Nimetlerin hesabı, günahların azabı var” kaidesi umumidir. Bunu anlayabilsek hiç günah işlemememiz gerekir ama insan nefsi şeytan ve dünya ile birleşerek günaha sevk eder. Günahı kaldıran, ona karşılık gelen, tövbe, ibadet ve taatlerdir. Öyle günahlar da va

SOHBET-Nefs Terbiyesi

Kendimizi yani nefsimizi terbiye etmezsek, Allah korusun, yolumuz cehenneme çıkabilir. Bu yüzden vakit kaybetmeden nefsin terbiyesi için çaba göstermek gerekir. Bunun en büyük, en etkili adımı da kâmil bir mürşidin elinden tutmaktır. Allah Tealâ’nın izniyle kâmil mürşidin yardımı, himmeti nefsimizin ayartıcılığına karşı koyup kurtulmamıza vesile olur. Terbiye olmamış benliğimizin yani nefsimizin başımıza sardığı türlü belalar var. Bunlardan biri dünyalık emelleri yakın, eceli uzak göstermesidir. Sürekli dünyalık menfaatler, hazlar için hayal kurup, onları elde edeceği ümidiyle insanı oyalar. Param pulum, evim arabam, makam mevkim, itibarım olsun diye ister durur. Sanki dünya sonu olmayan bir yermiş gibi daima bunlara dair planlar yapmakla günlerini geçirir. Bahanesi de vardır. “Dünya için bunlar da şart!” diye diye, peşinden kovalamakta olan ecelinin ciddiyetini kavrayamaz, ahiret hesabını idrak edemez. Bu halin tedavisi için insan kendisini içtenlikle tövbe etmeye zorlamalı, Allah’t

SOHBET-Mürşid-i Kâmil Ne Yapar?

Mürşitlik rütbesi ve mürşitlerin hizmeti, Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz s.a.v.’in hadisleri ile bildirilmiş, hükümleri açıklanmıştır. Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, hiç şüphesiz Allah Tealâ’nın en sevdiği kulları, Allah’ı kullarına, kulları da Allah’a sevdirenler, yeryüzünde hayır ve nasihat için dolaşanlardır.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 409). Mürşitlik Allah Tealâ’ya davet rütbesidir. Mürşid-i kâmil, Allah Tealâ’yı kullarına kulları da Allah Tealâ’ya sevdirmek için bir vasıtadır. 14 asırdır bu ümmetten milyonlarca müslümanın kurtuluşuna vesile olagelmişlerdir. Dünyanın dört bir tarafındaki mürşid-i kâmillerin ve evliyanın türbelerinden hiç eksilmeyen ziyaretçiler, veli ve mürşit sevgisinin en güzel örneğidir. Gerek Anadolu’da gerek diğer İslâm beldelerinde bulunan binlerce veli türbesinin sürekli ziyaret edilmesi ve milyonlarca insanın oralarda Kur’an tilavet etmeleri, salât u selamlar getirmeleri

SOHBET-Temizlenip Arınmak

Günahın çokluğu tövbeye mani midir? Hayır, değildir. Bütün insanların günahını bir tek insan işlese, samimi tövbe ederse tövbesi makbuldur. Diyelim, bir insan tövbe etti ve tövbesini bozup günaha girdi. Bunun hali ne olur? Bir daha günaha girmemek niyetiyle samimi tövbe etmiş ise fakat şeytana, nefsine uyup tekrar günah işlediyse, önceki günahlarının tövbesi muteber, yeni girdiği günahtan dolayı tövbe etmesi farzdır. Bir menfaat gözetilerek yapılan tövbenin hükmü nedir? Diyelim ki bir adam prestijli bir makama, mesela milletvekilliğine aday olacak. Ona, “Duyduğumuza göre sen sarhoşmuşsun, zinakârlığın da varmış. Şu kadar insanın temsilcisi olacaksın, gel tövbe et..” dense, o adam milletten utanıp diliyle tövbe etse bu tövbe makbul olmaz. Çünkü dünyalık bir menfaat için yapmış, Allah’tan utanıp korktuğundan yapmamıştır. Böyle tövbe, yalancı tövbesi olur. Belki yalancılığından ayrıca günah kazanır. Allah Tealâ nasuh tövbe, geri dönülmeyecek tövbe ister. Tövbe-i nasuh ihtiyarîdir, yani

SOHBET- Tövbe ve Kulluk

Tövbe kemalât yolunun başlangıcıdır. Günahlara tövbe etmeden Allah’ın rahmeti, yardımı olmaz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz bile “Ben günde yetmiş (bazı hadislerde yüz) defa tövbe ederim.” buyurarak Allah’ın huzurunda tövbe ettiğini ümmetine duyurmuştur. “İsmet” sıfatına sahip, yani ilahi yardımla günah işlemekten uzak olan Efendimiz tövbe istiğfar ederken ümmetinin bundan geri durması mümkün değildir. Allah yolunda olmak isteyen bir mümin önce tövbesini ikmal eder. İşlemiş olduğu günahlar için af dileyip, tekrar işlememeye azmeder. Nefsini günahlardan kurtarır. Sonra yapmakla görevli olduğu vazifelere yapışır. Salih ameller işler ve ilahi rızayı kazanmaya çalışır. Günahların mahiyeti çok geniş, cinsi sayılamayacak kadar çoktur. Yaşadığımız zamanın kötü şartlarından kaynaklanan, nefsimizin hilelerinden, gazap ve şehvet duygularından kaynaklanan çeşitli günahlar vardır. Ayrıca Ehl-i Sünnet itikadıyla yaşanmazsa günahlar daha da artar. Çünkü dini doğru yaşamak, doğru inanç sahibi olma

mektubatı rabbani 58. MEKTUP

58. MEKTUP MEVZUU : a) Bu tarikat'ın tümü yedi adımdan ibaret olduğunun beyanı.. b) Nakşibendiye meşayihinin diğer silsileler hilâfına ilk seyirlerine âlem-i emirden başlamayı tercih ettikleri.. c) Bu büyüklerin yolları, ashab-ı kiramın yolu olduğu.. Ve, bu münasebetle bazı şeyler.. *** NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu Seyyid Mahmud'a yazmıştır. *** Mübarek mektubunuz ulaştı. O mektubunuzdan, bu Taife-i Aliyye'nin sözlerini dinlemeye karşı şevkinizi anlayınca, zarurî olarak bazı cümleleri yazmak istedim. Bu, bir suale icabet, arzulanan işe teşvik kabilindendir. *** Ey Mahdum, İtat etmek üzere olduğumuz bu yolun tümü; insanın yedi letaif adedine göre, yedi adımdan ibarettir. Bu yedi adımın ikisi, âlem-i halkta başlar ki; kalıpla ilgilidir. Bu unsurî bedenle nefsi kasd ediyorum. Bunların beş tanesi dahi âlem-i emirde olup kalb, ruh, sır, hafi ve ahfaya bağlıdır. Bu yedi adımdan her biri, on bin hicap açar ki: Bunlar nuranî de olabilir; zulmanî

Abdulhalik Gucdevanî Hazretlerinden bizlere 11 kandil

1-HUŞ DER DEM : Alınan her nefeste hazır olmak. . Yani her nefeste huzuru muhafaza etmek, Allah’tan gafil olarak tek nefes almamak.. Mevlana Sadettin Kaşgarî bu ölçüyü «Bir nefesten bir nefese geçerken asla gaflete düşmemek ve huzurda olmak» diye tarif ediyor. Hoca Ubeydullah Hazretleri de şöyle ifade ediyorlar : — Bu yolda nefesi muhafaza ve ona riayet etmeği mühim tutmuşlardır. Gerektir ki her nefes huzur ve bilgi ile alınıp verilsin.. Nefesini koruyamayanlara yolunu şaşırmış gözüyle bakarlar. Şah-ı Nakşibend: — Bu yolda terakkinin temeli nefes üzerindedir. Her nefeste hale bakmalı ve mazi ile istikbali düşünmekten uzak kalmamalıdır. Nefesin giriş ve çıkışında iki nefes arasını öyle muhafaza etmelidir ki hiç biri vücuda gafletle girip vücuttan gafletle çıkmasın.. Şeyh Necmeddin Kubrâ ise meşhur risalesinde nefes sırrını şöyle anlatıyor: — Allah’ın zat ismi «hâ – he» harfinden ibaret olup başındaki «elif» ve «lam» harfleri tarif edatıdır, işte her nefeste bu harf ve isim cerey

MEVLANA’NIN MESNEVİ’DEN HİKAYELER

TİLKİNİN   TAKSİMİ Arslan , kurt ve tilki arkadaş olmuş, avlanmaya çıkmışlardı. Akşama doğru bir yaban öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan yakaladılar. Avlarını sürükleyerek ormana getirince kral arslan kurda dönüp: -Bunları, aramızda adaletle taksim et bakalım! diye emir verdi. Kurt: -Padişahım,dedi,yaban öküzü en büyük av olduğu için size layıktır. Keçi orta boyda, orta irilikte, o da benim olsun. Tilki de tavşanı alsın. Arslan , kurdun taksimine şiddetle karşı çıkıp: -Sen kim oluyorsun da ben varken pay istiyorsun? diye kükredi. Bir pençe ile kurdu yere yıkıp parçaladıktan sonra tilkiye döndü: -Haydi, dedi, avlarımızı bir de sen taksim et! Tilki yüreğini dolduran korkuyu gizlemeye çalışarak: -Aman efendimiz dedi, pay etmekte neymiş? Bu semiz öküz sizin kuşluk yemeğinizdir, keçiyi gün ortasında yer, akşama doğru da tavşanla kendinize ziyafet çekersiniz! Arslan , tilkinin taksimini pek beğenmiş, yüzü gülmeye başlamıştı. -İşte adaletli bir taksim böyle olur diye mırılda

Şah-ı nakşibend sözleri

Arifin kalbi kadar vâsi, başka hiç birşey yoktur. Yerler ve gökler ârifin kalbine nisbetle, bir nokta gibidir. Bu yüzdendir ki Cenâb-ı Bârî: “Yerime, göğüme sığmadım; mü’min kulumun kalbine sığdım” buyurmuştur. Kalblerin vüs’ati birdir. Lâkin kalblerdeki mârifetin vüs’ati bir değildir. Eğer yârânımın ayıplarına bakarsam, yârsız kalırım. Zirâ ayıpsız dost yoktur. İyileri herkes sever. Hüner, kötülerle dostluk oyununu kazanmadadır. ·Velî olan kimse Hakk’ın inâyeti ile, her türlü beşerî âfetlerden mâsun*dur. Nefsi kendisine galebe çalamaz. Hasbel-beşer vel-kader bir kusur işlese ve hemen arkasından tövbe etse, Hak Teâlâ kabul eder ve bağışlar. ·Velîden zuhur eden keşif ve kerâmetlere iltifat edilmez; ancak itimat edilir. İstikâmet, bin kerâmetten hayırlıdır. Yatırların ruhuna hediye edilen duâ ve niyâzlarda büyük ecir ve iltifat vardır. Zira evliyâ ervâhı, daima medetkârdır. Seyr-i Sülûk’dan maksat, mârifet-i ilâhiyye ve Rızâullah’dır. Rızâ ve takvâ ile Mevlâ’ya varmaktır. Velî şu

Hâce Abdülhâlik Gücdevânî’den (K.S.) Saadet Reçetesi

“Ey oğul! Bütün hallerinde ilim, edeb ve takva üzere ol. Geçmiş büyüklerin eserlerini oku, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolundan git. Fıkıh ve hadis öğren. Cehaletten ve cahil kimselerden var gücünle kaç. Sakın cahil sofi olma! Namazlarını mutlaka cemaatla kıl. Ancak, zaruret yoksa imam veya müezzin olma. Şöhretten kaç; şöhrette afet vardır. Dünyanın makam ve mevkiine gönül bağlama, fani şeylere gözünü dikme, sevgine yazık olur. Kendini halkın seviyesinde tut. Adının afişlere asılmasını isteme. Mahkeme işlerine pek bulaşma. Kimseye kefil olma, rezil olursun. Halkın vasiyetlerine karışma. Devlet adamlarıyla düşüp kalkma. Kendi adına dergâh kurma, devamlı dergahlarda oturma. Boş durma, insanlara hizmet et. Güzel şarkı ve türkü sözlerini dinlemeye fazla kapılma; ruhun kararır, kalbinde günah tohumları yeşerir. Ancak her güzel sesi ve sözü de inkâra kalkma. Az ye, az konuş, az uyu. Halkın içine fazla girme, hizmetini bitirince hemen kenara çekil. Yalnızlığa alış, tek

ABDÜLKADİR GEYLANİ’DEN (k.s.) HİKMETLİ SÖZLER

Allah’ın muhabbetinde samimi olan, ne ayıp işitir, ne de kulağına ayıp gider. Müminin adeti önce düşünüp sonra konuşmaktır. Münafık ise önce konuşur, sonra düşünür. Kendine bir ağırlık veren kimsenin hiçbir ağırlığı yoktur. Hüzünsüz bir neşe ve darlıksız bir bolluk olmaz. İnsan Allah’a kalıbıyla değil, kalbiyle ibadet eder. Kalp Kitab ve Sünnete göre amel ederse kurbiyet (yakınlık) kazanır. Bunu kazanınca da neyin kendi lehine ve aleyhine, neyin Allah için veya başkası için, neyin de hak ve batıl olduğunu bilir ve görür. Tasavvuf yolu zâhirî ve bâtınî hükümlere riayet etmeyi ve her şeyden fânî olmayı gerektirir. Yerini bilmeyene kader yerini öğretir. Sahte rabler boyundan çıkarılıp atılmadıkça, sebeplerle ilişik kesilmedikçe, fayda ve zararı insanlardan bilmeyi terketmedikçe kurtuluş mümkün değildir. Kur’an’dan, hakkında tartışarak değil, içindekilerle amel ederek faydalanın. Sûfî bâtınını ve zâhirini Allah’ın Kitabına ve Resulünün sünnetine uyarak arıtandır. O, sâfi

imam ı Rabbani sözler

Kalbin tasviyesi (temizlenmesi); İslamiyete uymakla, sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikir ve rehberi, doğru yolu gösteren âlimi sevmek bunu kolaylaştırır. Kalbin birçok şeyleri sevmesinin sebebi, hep o bir şey içindir. O da nefsdir. Kâfirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak olur. Kelime-i tevhid; putlara ibadeti bırakıp, Hak teâlâya ibadet etmek demektir. Küfür, nefs-i emmarenin isteklerinden hasıl olur. Malı zarardan korumanın ilacı, zekat vermektir. Mübahları gelişi güzel kullanan, şüpheli şeyleri yapmağa başlar. Şüphelileri yapmak da harama yol açar. Büyükleri sevmek, saadetin sermayesidir. Muhabbete müdahane, gevşeklik sığmaz. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi sanarak Cehl-i mürekkeb olmuştur. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir.Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır. Razzak olan Hak teâlâ, rızıklara kefil olmuş, kullarını bu sıkıntıdan kurtarmıştır.